Rayli Sistem Bölümü
  Bilmeniz Gerekenler
 

Buharlı lokomotifin İcadı

 

Lokomotifi ilk düşünen, daha doğrusu ilk gerçekleştiren Trevithick oldu. 1801'de inşa ettiği ve kendinden öncekilerden daha başarılı bir sonuç alamadığı buharlı arabası hatırlardadır. Bu başarısızlık buharlı lokomotifin mucitini sarstı; sabırsız, ama hünerli bir kişi olduğundan başka şeyler üzerinde çalışmaya başladı. Ancak, emeklerinin büsbütün boşa gitmesini de istemediğinden, bir süre sonra makinesinin ray üzerinde giden arabaya bağlanmasını madencilere teklif etti.

İcadını yalnız Merthyr-Tydvil Firması kabul etti (1804), fakat bu büyük bir yarar sağlamadı. Araç, beygirin yerini tutmasına tutuyordu ama, ne ondan daha hızlı gidebiliyor, ne de güven verebiliyordu. Perdahlı bir yüzey üzerinde tekerlekli araçla taşıma, ancak hafif yükler için mümkündü. Çünkü belli bir ağırlık aşılınca, kayma yapıyordu. Mühendisler bu sakıncayı giderici çareler aramaya koyuldular. Bu yoğun çalışmalar, kömürün buharlı araçla taşınması işinin gerçek bir ihtiyaç halini aldığını ispatlamaktadır.

Trevithick ve Vivian, artık rahatça lokomotif diyebileceğimiz bu makinenin tekerleklerine çıkıntılar işlemeyi önerdiler. 1811'de John Blenkinsop (1783-1831), ray ve tekerlekleri bir dişli bindirmelik şeklinde imal etmenin gerektiğini ileri sürdü. 1812'de William Chapman (1749-1832), lokomotifi bir yana koyup yol boyunca sabit makineler kurmak, böylece yükü kablolarla ve bu makineler aracılığıyla çekmek gerektiği fikrini ortaya attı. 1813'te Brunton daha da saçma bir fikri, tekerleği bir yana atıp lokomotife atınki gibi ayaklar takılması gerektiğini savunmaya koyuldu. İşin garibi bunları dinleyenler hatta taraftar olanlar da çıktı.

Sonunda havadan sözler etmektense rayda kayma işinin ne olduğunu anlamak için deneyler yapmayı düşünen biri ortaya çıktı: Bu Wylam maden ocaklarında mühendis olan William Hedley idi. Lokomotife belli bir ağırlık verildiğinde tekerleğin raya yapıştığını ve kayma yapmadığını gözlemledi. Bunun üzerine Hedley, bütün ağırlığın yük çekmeye harcanması için çift dingilli bir lokomotif inşa ederek, bu aracın ağır yük taşımaya elverişli olduğunu ispatladı.



Hedley'in lokomotifinin Wylam'da, Blenkinsop'unki Middleton'da başarıyla işleyince yeni yük taşıma aracı dikkati çekmeye başladı. Makineyi görmek için koşanlardan çoğu mühendis ve teknisyenlerdi Bunlardan biri de Killing-worth taşkömürü ocaklarında teknisyen olan Stephenson idi.

Wylam'da 9 Haziran 1781'de doğan George Stephenson'un çocukluğu yoksulluk içinde geçmişti, önce çobanlık yapmış yedi ile on bir yaşları arasında, tarım işçisi olmuştu. Bir süre sonra da babasının çalıştığı maden ocağına kazancı olarak girdi. Görevi, başka birkaç işçiyle birlikte ocağa kömür atmaktan başka bir şey değildi. Buharlı makineye karşı büyük ilgi duymuş ve işleyişini incelemişti. Bu arada aracın değerini takdir etmekle kalmayıp kusurlarını bulmuş, bunları gidermenin çarelerini araştırmaya koyulmuştu, işte çalışmaları bu safhaya vardığında bu konuyla ilgili bilgisinin çok yetersiz olduğunu anladı.

Sıfırdan başlaması ve çok şey öğrenmesi gerektiğini itiraf etmek cahil kişilerde büyük bir zekâ belirtisidir. Bu tekniğin temeli olan bilimi iyice incelemeden ve sindirmeden en o ıfoV Kir teknik aelisme yöntemi ya da bir yenilik ileri sürmenin doğru olmayacağını düşünmesi mucit için takdire değer bir davranıştır.

Stephenson 18 yaşında okuma "yazma öğrenmeye koyuldu. Sonra da gece kurslarına yazılarak matematik, fizik ve mekanik öğrenmeye başladı. Böylece kendi kendini yetiştiren mucitlerin en önemlilerinden birisi oldu. Halk diliyle yazılmış birkaç bilim kitabı okuyup bir konu hakkında az çok bilgi edindiler mi bilgiçlik taslayan insanlara günümüzde de rastlarız.

Stephenson da bu kuralın dışında kalmadı, ama çok zeki bir insan olduğundan Newton mekaniğini yıkmaya varan tasarıları hakkında hayallere kapılmadan önce, yıkmayı kurduğu mekaniği köklü bir şekilde bilmesi gerektiğini anladı. Hemen oğlunun okul kitaplarına sarıldı. Onu, kendisi gibi cahil kalmaması için koleje göndermişti. Kendisi de onun aracılığıyla kolej derslerini izlemeye koyuldu. Newcastle'daki Felsefe ve Edebiyat Derneğinin seminerlerine de katılıyordu. 1820'den başlayarak Edinburg Üniversitesine giden oğlunun teşvikiyle de onunla birlikte üniversitenin kurslarını izlemeye koyuldu.

Bilimsel eğitimi, teknik yeteneklerinin düzeyine yükseldikçe mucit dehası meydana çıkmakta ve şeflerinin dikkatini çekmekteydi. O kadar ki, 1814'te Hedley'in makinesiyle ilgilenip bir benzerini Killingworth'da imal etmeyi önerdiğinde, madende artık bir işçiden çok bir mühendis olarak çalışmaktaydı. Stephenson ilk lokomotifini aynı yıl imal etti. Bu, 4 tekerleğin üzerinde monte edilmiş yatay duran bir silindirdi, iki yanında, bir manivela aracılığıyla tekerlekleri çeviren pistonların işleticisi iki ufak silindir daha bulunmaktaydı.

1816'da Stephenson bu prototipi geliştirdi. Tekerleklerin uyumlu gidişini sağlamak için bunları, birleştirici bir devrim koluna bağladı ve ocağın çekimini artırmak için silindirden çıkan buharın bir bacayla dışarıya atılmasını sağladı. 1817'de yeni bir model sundu. Bunda kazan, bir basmatulumba aracılığıyla sürekli olarak su almaktaydı. 70 ton yükle dolu vagonları 8-10 km. hızla götüren bu son lokomotif Killing-worth demiryolunda on yıl hizmet gördü. Bu başarı Stephenson'un madenden ayrılıp bir lokomotif fabrikası kurmasına yetecek kadar büyüktü ve mucit 1822'de Newcastle'da fabrika açtı.

İlk önemli siparişini 1825'te aldı: Newcastle'ın güneyinde, birbirinden 39 km. uzakta bulunan Stockton-Darlington şehirleri arasındaki demiryolu için üç lokomotif... Hat büyük bir törenle açıldı. 90 ton yük alıp saatte 20 km. hızla gidecek olan lokomotife 'resmi zevatı' ve müzikçileri taşıması için bir de vagon bağlandı. İlk yolcu treniydi bu.



 

Türkiye'nin dört bir yanı hızlı tren ağlarıyla yeniden örülecek

 




2008 yılı Türkiye için hızlı tren yılı olacak. Ankara-Eskişehir hattı bu yıl hizmete girerken, Ankara-Konya hattının yapımı devam edecek. Eskişehir-İstanbul hattının yapımına ise başlanacak.
Türkiye, 30 yıllık rüyası hızlı trene 2008 yılında kavuşacak. Ankara-Eskişehir Hızlı Tren Hattı, bu yılın ikinci yarısında hizmete girecek. Ankara-Konya hattının yapımı sürerken, Eskişehir-İstanbul hattının yapımına 2008'de başlanacak. Ankara-Sivas Hattının ihalesi yapılacak ve 2012 yılında tamamlanacak. 2009'un sonunda ise Marmaray Projesinin tamamlanmasıyla İstanbul'dan Eskişehir, Ankara, Konya'ya, 2012'de Sivas'a hızlı tren sefer yapmaya başlayacak. Son 5 yılda demiryollarına 6 milyar doların üzerinde kaynak aktaran Hükümet, 2003 yılında başlattığı hızlı tren seferberliğinin ilk meyvesini bu yılın ikinci yarısında alacak. Halen deneme seferleri yapılan 206 kilometrelik bölümde hızlı trenin sefere başlamasıyla Ankara-Eskişehir arası 3 saatten 1 saate düşecek. Toplam 533 kilometre olan Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesinin birinci etabını oluşturan Ankara-Eskişehir'in ardından, Eskişehir-İstanbul hattının yapımına bu yılın ilk yarısında başlanacak. Bu hattın yapımı ise 2 yılda tamamlanacak. Bu hattın tamamlanması ile Ankara-İstanbul arası 3 saate düşecek ve iki şehir arasında seyahat eden yolcu içerisinde yüzde 10 olan demiryolunun yolcu payı yüzde 78'e yükselecek. KONYA HATTI TAMAMLANACAK Ankara-İstanbul hattının devamı olan Ankara-Konya hızlı tren hattının yapımı ise devam ediyor. Yapımı hızla süren 212 kilometrelik hat, bu yılın sonunda tamamlanacak ve 2009'da hizmete girecek. Polatlı'da Ankara-Eskişehir-İstanbul hızlı tren hattına bağlanacak olan yeni hattın tamamlanmasıyla Ankara-Konya arasına 306 kilometrelik hızlı tren hattı yapılmış olacak. Ankara-Konya hızlı tren hattının hizmete girmesiyle, halen 10 saat 30 dakika süren iki şehir arasındaki tren seyahati, 1 saat 15 dakikaya düşecek. İstanbul-Konya arasındaki trenle yolculuk ise 12 saat 25 dakikalık yolculuk süresi 3 saat 30 dakikaya inecek. SİVAS İHALEYE ÇIKIYOR Ankara-İstanbul hattının devamı niteliğinde olan Ankara-Sivas hızlı tren projesinin ihalesi bu yıl yapılacak. Yüksek Planlama Kurulu kararı ile DLH'dan TCDD'ye devredilen hat için Nisan ayında ihale yapılacak. 602 kilometrelik mevcut hattı 466 kilometreye düşürecek Ankara-Sivas hızlı tren hattı 2012'de tamamlanacak. Toplam 1 milyar 250 milyon dolarlık yeni projenin hayata geçmesiyle, Ankara-Sivas arası hızlı trenle 3 saate düşerken, 12 saat olan İstanbul-Sivas arasındaki seyahat hızlı trenle 6 saate düşecek. SIRADA İZMİR VAR Ankara-İzmir hızlı tren projesi için de start verildi. Etüt projesi hazırlanan hattın kısaltılması planlanıyor. Buna göre 14 saat süren ve 824 kilometre olan hattın kısaltılması için Polatlı-Afyon arasına yaklaşık 200 kilometrelik yeni bir hat yapılacak. Yeni hattın Manisa'dan geçmesi durumunda Ankara-İzmir hızlı tren hattının uzunluğu 663 kilometre olacak ve seyahat süresi 3 saat 50 dakika sürecek. Hızlı tren Manisa'dan geçmezse hat uzunluğu 624 kilometreye düşecek ve seyahat süresi de 3 saat 20 dakikaya düşecek. ANKARA-SİVAS HATTI ÖZELLİĞİ Güzergah Boyu: 466 km Hat Sayısı: Çift Hat Max Eğim: %012.5 Min KurpYarıçapı: 3500 metre Proje Hızı: 250 km/saat Toplam Tünel Sayısı: 8 Toplam Tünel Boyu: 7922 metre En Uzun Tünel Boyu: 2958 metre Toplam Viyadük Sayısı: 6 Toplam Viyadük Boyu: 3513 metre Toplam Köprü Sayısı: 88 İstasyon Sayısı: 14 ANKARA-İZMİR HATTI ÖZELLİĞİ Güzergah Boyu: 624 km (Turgutlu-Kemalpaşa-İzmir Bağlantılı) 663 km. (Manisa-İzmir Bağlantılı) Hat Sayısı: Çift hat Max Eğim: %012.5 Min KurpYarıçapı: 3500 metre Proje Hızı: 250 km/saat Toplam Tünel Sayısı: 13 Toplam Tünel Boyu: 15355 metre En Uzun Tünel Boyu: 4450 metre Toplam Viyadük Sayısı: 13 Toplam Viyadük Boyu: 4592 metre Toplam Köprü Sayısı: 189 İstasyon Sayısı: 22 Yeni Şafak

 
 








Japonlar sadece çocuklara özel trenler yapmışlar.. İşte görüntüleri

 

Japonlardan bir yenilik daha

 


Yine yapmışlar yapacaklarını.. Hem karada hem demiryolunda giden bir ulaşım aracı

 

18 Aralık 2007 Salı

Demiryollarında karla mücadele

 

Telsiz seslerinden anlaşıldığı kadarıyla mücadele olayı Amerika' da geçiyor. Öne bir karkürer aleti bağlanmış, arkadan iki lokomotif itiyor. Bence mutlaka izleyin, harika görüntüler var.



 
 

 

*'Abdülhamid bilmecesi' *
* Tarihçi Mustafa Armağan II. Abdulhamit ile ilgili tarihi bir gerçeği daha gün yüzüne çıkardı.*

Yurdu demir ağlarla örme projesi Abdülhamid'indir!

Hep diyordum da inanmıyorlardı: "Abdülhamid bilmecesi" adım adım çözülüyor.
François Georgeon'un "Abdülhamid'i anlamak bugünkü Türkiye'yi anlamak
olacaktır." sözündeki isabeti, demiryollarımızın tarihinden de rahatlıkla
görmek mümkün.

Bunun için tarihe soru sorma tarzımızı değiştirmemiz yeterli olacak.

Mesela 'II. Abdülhamid neden denizciliğe değil de demiryolculuğa önem
vermişti?' diye sormuyoruz da, 'Abdülhamid denizciliğe neden düşmandı?'
sorusunun üzerine sinekler gibi üşüşüyoruz. Gözlerimizdeki büyü öylesine
kalın bir perde oluşturmuş ki, bunun stratejik bir öncelik sorunu olduğunu,
Abdülhamid'in, amcası Abdülaziz gibi 15-20 yıl sonra tonla para akıtmayınca
ıskartaya çıkacak dev gemiler yaptırmak yerine, ülkenin bekası sorununu
demiryollarında gördüğünü, yani meseleyi daha uzun vadeli değerlendirdiğini
nedense göremiyoruz.

1912 yılında yayımlanan Erkân-ı Harbiye kaymakamlarından, yani
Genelkurmaydaki yarbaylardan M. Süreyya Bey bunu doğru soruyu sormuş oysa.
"Donanma mı? Şimendifer mi?" adlı kitabında, savunma için elimizdeki mali
kaynak sınırlı, diyor. Bu sınırlı kaynağı her yere birden
yetiştiremeyeceğimiz için en öncelikli olarak nereye aktaracağımızı iyi
düşünüp taşınmamız gerekir.

Yarbay M. Süreyya Bey'in kitabının, Enver Paşa'nın iktidara el koyduğu 1912
yılında yayınlandığını da unutmayın. Yani İttihatçıların Abdülhamid aleyhine
beyin yıkama kampanyalarının dorukta olduğu bir zamanda Genelkurmay'dan bir
subay çıkıp Abdülhamid'in demiryolu üzerine kurulu savunma projesinin
haklılığı üzerine rahatça kalem oynatabiliyor.

Tezi şu: Biz Abdülhamid'in denizciliği ihmal ettiğine inandığımız için saf
saf yeni bir donanma oluşturmaya giriştik. İyi de, onca gayrete rağmen 800
bin lira yardım toplanabildi. Oysa bu parayla yarım dretnot bile almak kabil
değildir. Hadi bir iki dretnot aldık diyelim, şimdiki Bahriye bütçesiyle
onları yılda bir defa bile boyatamayız! Manevra ve talim masraflarını ise
aklınızdan dahi geçirmeyin. Oysa aynı parayla hiç değilse birkaç yüz
kilometrelik bir hat inşa edebilirdik ve bu hat ufak tefek masraflarla
ilanihaye elimizde kalırdı.

Öyleyse, diyor Süreyya Bey, bize en gerekli olan ulaşım aracı tren mi, gemi
mi? Kendisi ülkenin geleceğini demiryollarında görüyor ve Abdülhamid'in
adını anmadan -anabilmesi de pek mümkün değildi zaten- onun tercihinde haklı
olduğunu savunuyor.

 

 

Demiryolu Savaşları, Demiryolu Savaşçıları

 

Bu yıl, Anadolu topraklarındaki ilk demiryolu girişiminin 150. yıldönümü… Ama ülkemizde, hâlâ ayrıntılı bir demiryolları tarihi yazılmadığı gibi, Kurtuluş Savaşı’na katılan demiryolcular da, tevazularından, gölgede durmayı tercih etmişler. Bu demiryolcular arasında, silaha sarılıp düşmana karşı koyanlar olduğu gibi, kurşun yağmuru altında, hattı kesen düşman süvarilerinin ya da Ankara Hükümeti karşıtı isyancıların üzerine, lokomotifini sürenler de var. Yine bu isimsiz kahramanlar arasında, düşman uçaklarının bombardımanından trenini kurtarmak için hayatını ortaya koyanlar da olmuş… Düşmanın tahrip ettiği ve ‘20 günde onarılamaz’ denilen demiryolunu, köylülerle birlikte 9 günde onarıp hizmete sokarak, İzmir’e ilerleyen ordunun cephane ve malzeme ihtiyacını karşılayan da yine onlardı!..
Biz de bu ay, Ertan Ünal’ın kaleminden, demiryolu savaşçılarının öykülerini aktardık...
Büyük Taarruz’un başladığı 26 Ağustos 1922 günü, merkezi Konya’da bulunan Anadolu-Bağdat Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne peş peşe iki telgraf birden ulaştı: Üstünde, ‘Dakikalık gecikme idamı gerektirir’ kaydı bulunan ilk telgraf, cepheden, Başkomutan Mustafa Kemal’den geliyordu. Mustafa Kemal, telgrafında, Büyük Taarruz’un başladığını bildiriyor, önceden kararlaştırılan tedbirlerin alınmasını istiyordu.
İkinci telgrafı ise Ankara’dan Nafıa Vekilliği’ne (Bayındırlık Bakanlığı) vekâlet eden Reşat Bey çekmişti. Reşat Bey, Genel Müdür Behiç (Erkin) Bey’e gönderdiği telgrafta, “İş bu dakikada, bütün millet, şimendiferlerimizi ve fedakâr şimendifercilerimizi, Allah’tan sonra, kahraman ordumuzun yegâne muin-i zaferi (biricik zafer yardımcısı) olarak görmektedir” diyordu.
Bu telgraftaki gerçek payı çok büyüktü. Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, demiryolcular, diğer vatanseverlerle beraber, büyük bir özveriyle ‘Kurtuluş’ için çaba harcamışlar; özellikle çeşitli cephelerdeki savaşlar sırasında, ordunun silah, malzeme ve yiyecek bakımından ikmali yolunda, ölümü göze alarak çalışmışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’nı bitiren Mondros Mütarekesi, ülkenin can damarı demiryolları için de ağır hükümler getirmekteydi.
Antlaşmanın 15. maddesi bütün demiryollarının işgalcilerin hükmü altına girmesini, Toros tünellerinin de yine İtilâf devletleri tarafından işgalini öngörmekteydi.
O güne kadar yabancılar tarafından işletilmekte olan demiryollarında makasçılık, yol ameleliği gibi işler Türklere verilmiş; makinistler, hareket memurları, istasyon şefleri ise Rum ve Ermeni tebaadan oluşturulmuştu.
Bu nedenle yabancılar, Türklerin demiryollarında çalıştıramayacağını öne sürüyorlardı.
İşgallerin başlamasıyla birlikte, İzmir-Aydın demiryolu ikiye bölünmüş; demiryolunun 255 kilometrelik İzmir-Umurlu kısmı Yunan işgali altında İngilizler tarafından, 363 kilometrelik Köşk-Eğridir bölümü ise, Kuvayı Milliye teşkilâtına bağlı görevlilerce işletilmeye başlanmıştı.
İngilizler Haydarpaşa-Eskişehir hattına el koymuşlarsa da, Kuvayı Milliye’nin baskısı nedeniyle, Eskişehir’den çekilmek zorunda kalmış; ama giderken yepyeni 13 lokomotifi, 200 vagonu, kasadaki 20 bin lirayı ve demiryolcular arasından da gayrimüslim kişileri alıp, Arifiye’ye çekilmişlerdi.
Diğer işgal bölgelerinde de benzer olaylar yaşanırken, kimi istasyonlarda görevli kalmamıştı…
İşgal güçleri bununla da yetinmeyerek, 1919’un Şubat ayında, yüzlerce Müslüman Türk demiryolcunun görevlerine son verdi. Kuvayı Milliye bölgesinde çalışan gayrimüslim demiryolculara da, ‘işi bırakma’ çağrısı yaptı. Bu çağrıya, gayrimüslim demiryolcuların çoğu uyarken bir bölümü de, Ankara Hükümeti’nin yanında yer almayı tercih etti.
Demiryollarında görevli İskender (Saygıner) Bey’in çabalarıyla 1915 yılında İzmir'de açılan ilk ‘Şimendifer Okulu’ ve onu izleyen İstanbul Yeşilköy’deki ‘Şimendifer Okulu’ mezunları, bu hatlarda görevlendirildiyse de, bu atamalar ihtiyacı karşılamada yetersiz kaldı.
Dr. Ali Satan’ın TCDD Dergisi’nde yayımlanan konuya ilişkin araştırmasına göre, 1920 başlarında, millî güçlerin kontrolündeki hatlar şöyle sıralanıyordu:
Arifiye-Eskişehir-Ankara (485 km), Eskişehir-Afyon-Konya (441 km), Konya-Kelebek (347 km) ve Afyon-Uşak (135 km).
Bu hatların bazı kısımları savaşların seyrine göre, geçici olarak el değiştirecek, bu arada demiryolu savaşları da yaşanacaktı.
İşgal güçleri tarafından işlerine son verilen demiryolcuların bir bölümü, yeni kurulan düzenli orduya katıldı. Kalanları ise, Türk egemenliğindeki bölgelere geçerek, burada sahipsiz bekleyen istasyonlarda görev yapmaya başladılar.
Bunlar, çok ağır yükümlülükler altındaydılar. Asker, silah ve cephane yüklü trenlerin bölgelerinden ‘salimen’ geçişini sağlamak, yolcu ulaşımını da aksatmamak, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere İstanbul’dan kaçıp Geyve’ye kadar gelebilen ve aralarında önemli kişilerin de bulunduğu vatanseverleri, trenle Ankara’ya göndermek, bölgede kaldıkları sürece, bu kişilerin emniyetlerini sağlamak, bu demiryolcuların başlıca görevlerini oluşturuyordu.
Ama bunların dışında, yine önemli bir görevleri vardı ki, ihmali kötü sonuçlar doğurabilirdi: Bölgede istihbarat yapmak, işgal güçleriyle ilgili bir gelişme olursa bunu yetkililere anında bildirmek...forumtr
Lokomotifi olan istasyonlarda lokomotif, düşmanın hava saldırısına açık bir şekilde olmasına rağmen, hatta gidip gelerek, bir tahribat olup olmadığını tespit etmekteydi. İşgal güçlerinin yaklaşıp yaklaşmadığı da, bu yolla belirleniyordu.
İstasyon memurlarının bir diğer görevi de, ‘artçılık’ idi. Bunun anlamı şuydu: İşgal güçlerinin ilerlemesi sonucu, istasyonun bulunduğu bölgedeki halkın boşaltılması gerekiyorsa, bunu diğer yetkililerle birlikte istasyondaki memurlar çözümleyecek, halkı tümüyle trene bindirmeden istasyondan ayrılmayacaktı. Bu görevi yapabilmesi için de, kendisine bir tüfek ve belirli miktarda mermi verilmişti.
İstasyon şeflerinin bu görevine örnek olarak, Çivril’in işgali sırasında yaşanan bir olay gösterilebilir: 15 Nisan 1921 günü, düşmanın Sandıklı ilçesini işgal etmesi üzerine, Çivril’i boşaltmak için bir tren gönderilmesi istenmişti.
Gönderilen treni istasyon şefi makas başında bekleyecek, ilçe o ana kadar işgal edilmemişse, tren hemen geri gönderilecekti.
İstasyon şefi Fadıl (Ayanoğlu) Bey, treni makas başında karşılayıp lokomotife bindiği anda, iki Yunan süvarisinin doludizgin istasyona doğru geldiğini gördü. Yunan askerleri, tüfeklerini makinist Mehmet Ali Bey’e çevirerek teslim olmasını istediler.
Mehmet Ali Bey, kalbine çevrili tüfeklere aldırış etmeden düdüğe asıldı. Hiç durmadan çalan düdük sesinden ürken atlar, şahlanıp gerilerken, Mehmet Ali Bey treni geri hareket ettirdi.
Bunun üzerine süvariler trene ateş açtılar. Açılan ateşle, istasyon şefi kolundan yaralanırken, makinist treni işgal güçlerine mensup diğer askerler gelmeden olay yerinden uzaklaştırmayı başardı.
Treni düşman elinden kurtarmayı başaran makinist Mehmet Ali Bey ile istasyon şefi Fadıl Bey, bu başarıları nedeniyle, Batı Cephesi Komutanlığı’nca takdirname ile ödüllendirildiler…
Yaklaşan düşman işgaline karşı, Nazilli’nin tek kişinin burnu bile kanamadan boşaltılması demiryolcuların bir diğer başarısına örnektir. Bunu da o günleri yaşamış olan demiryolcu Murat Ergun’un kaleminden okuyalım:
“Düşmanın yaklaşması işletmemizin uyanık ve sıkı bir ihtiyatta bulunmasını gerektiriyordu. (…) Çok nazik anlar geçiriyorduk. Binlerce kişi bir panik havası içinde istasyona doğru akın etmeye başladı.”
“Kadın, çocuk ve yaşlı erkekler heyecan ve telaşla istasyona doluyor, bir kurtarıcının kucağına atılır gibi, peronlarda hazırlanmış olan trenlere kendilerini atıp yerleşiyorlardı. Yolcu ve yük vagonları kapasitelerinin çok üstünde yolcu ile doluyor, bunun dışında basamaklar, fren kulübeleri ve vagon örtüleri üstünde yer alanlar, trenlerin hareket ve seyirlerini zorlaştırıyorlardı.”
“Teşkilâtımız bu ana baba gününde, bütün takat ve tahammülünü kullanarak, iki-üç kademeli trenlerin kaldırılması suretiyle, nisbî bir düzen içinde, 6 makine ve 150 kadar vagon ile, 25 Haziran 1920 günü, Nazilli’nin boşaltılmasını sağladı.”
Demiryolcular arasında, işgal güçlerinin çağrısına kulak asmayıp Kuvayı Milliye’nin yanında yer almayı seçen gayrimüslim makinist ve ateşçiler de vardır.
İstanbul Hükümeti taraftarı isyancıların demiryolunu tahrip ettikleri ve bazı istasyonları yağmaladıkları Konya isyanı sırasında yaşanan bir olay, bu gerçeğe iyi bir örnektir:
Ayaklanmayı bastırmak üzere, asker yüklü olarak yola çıkarılan tren Konya İstasyonu’na yaklaştığı sırada, buranın da asiler tarafından ele geçirilmiş olduğu görülür.
Bunun üzerine, makinist Hristo Aslanyadis ve iki ateşçisi, bir an bile geri dönmeyi düşünmeden, kurşun yağmuruna tutulmalarına rağmen, katarı ateş hattına kadar sokmayı ve asileri paniğe uğratmayı başarırlar.
Konya İstasyonu’nda görevli gayrimüslim memurlar da, asilere gönderilen yiyecek ve cephaneyi, ‘manevra’ ve ‘tren tertibi’ bahanesiyle, günlerce geciktirerek isyancıların hareket kabiliyetine sekte vurmuşlardır...
26 Ağustos 1922 sabahı Büyük Taarruz başladığı sırada, demiryolları yönetimi de tüm olanaklarını zafer için seferber etmiş bulunuyordu.
Ordunun ‘6 ayda aşılamaz’ denilen düşman tahkimatını bir günde yıldırım hızıyla aşması, geriden gelen ve ordunun yiyecek, cephane, malzeme ihtiyacını taşıyan trenlerin de aynı hıza sahip olmasını gerektirmekteydi.
Ancak ortaya bir sorun çıkmış, düşman, demiryolunun Afyon-Çobanlar İstasyonu arasındaki kesimini tümüyle tahrip etmişti.
Olay yerinde yapılan keşifte, hattın onarımı için, gerekli malzemenin sağlanması halinde dahi, işler hale getirilebilmesi için, 20 günlük çalışmaya ihtiyaç duyulduğu saptandı.
Ordu İzmir’e doğru ilerlerken, ikmal trenlerinin gecikmesi, kesin zaferi etkileyebilirdi.
Genelkurmay’dan Genel Müdür Behiç (Erkin) Bey’e gönderilen telgrafta, hattın mümkün olan süratle onarılmasının ordunun başarısını çabuklaştıracağı bildiriliyordu.
Genel Müdür Behiç Bey, herkesi seferber etti. Hattın Afyon’dan Eskişehir yönüne doğru uzanan Gazlıgöl ve Hamam bölümündeki traversler, sökülerek İzmir yönüne nakledildi.
Düşmanın tahrip ettiği raylar da kesilerek, eklemeli olarak kullanışlı hale getirildi. Çevredeki köylülerin de yardımıyla, üç yerden onarıma başlandı. Onarım çalışmaları gece gündüz 20 saat sürüyor, çalışanlar 4 saatlik bir uyku ile yetinilmeye çalışılıyordu.
Genelkurmay’dan her gün ‘son durum’ soruluyordu. Behiç Bey, hattın en geç 9 gün içinde açılacağına söz vermişti ve bu sözünü de zamana karşı yarışarak tuttu.
7 Eylül 1922 sabahı, lokomotifi bayraklarla süslü ilk tren, düdüğünü öttürerek Afyon’a giriyor, uzun uzun çalan düdükler demiryolcuların zaferini herkese duyuruyordu. Behiç Bey, sonraları bu onarımın taşıdığı önemi şöyle anlatacaktı:
“Tahrip edilmiş rayları kesmek ve tekrar takmak suretiyle Çobanlar-Afyon Karahisar arasındaki 20 kilometrelik yol 9 günde tamir edilmişti ki, vesaiti mükemmel memleketlerde bile, bundan fazlasının yapılması mümkün değildir.”
“Bu sayede, Harekâtı Harbiye’nin 10’uncu günü, katarlar Çobanlar’dan itibaren 120 kilometre ileride, İslamköyü (Banaz) civarına kadar işleyerek ordunun erzak ve cephanesini yetiştirmiştir.”
Hattın açılmasıyla birlikte, kimilerinin gövdesinde kurşun izleri bulunan lokomotiflerin çektiği trenler, muzaffer ordunun ardından İzmir'e doğru akmaya başladılar...